Ana SayfaOyun DünyasıİncelemelerRyse: Son of Rome İnceleme

Ryse: Son of Rome İnceleme

Roma medeniyetinin bilim, sanat ve diğer birçok topluma katkı sağlayan alanda çağının öncüsü olduğu şanlı günlerini, Britanyalı işgalcilerin yoğun saldırıları sonucunda çöküşün eşiğine bıraktığı zaman periyodunun oyunlaştırılmış hali de diyebileceğimiz Ryse: Son of Rome, birçoğunuzun bildiği üzere kurucuları Türklerden oluşan ve Kiev, Budapeşte, Istanbul ve Frankfurt’ta geliştirici ofisleri bulunan Crytek firmasına ait. Fakat bu detayı söyleme sebebim oyunu öveceğim anlamına gelmiyor. Tam tersine oyuna daha dikkatli yaklaşmam gerektiğine dair bir işaret.

Çünkü bu zamana kadar oynadığım çoğu Türk oyunu bir sürü baştan savma mekaniğe, iyi düşünülmemiş senaryo ve karakterlere aynı zamanda üzerinde yeterince cilalama yapılmamış teknik özelliklere sahipti -Mount and Blade: Warband hariç (Mount and Blade II: Bannerlord’u istisnai bir oyun olarak saymıyorum çünkü kendisi sadece Warband’in grafiksel anlamda gelişim göstermiş ve hala mekaniksel anlamda zırhlı savaşçıları değil de etten bir duvarı kesiyormuşum gibi hissettiren hali)-. Ayrıca daha önce Crytek tarafından geliştirilen herhangi bir oyunu oynamadığım için bir yandan da bu oyuna objektif bakma imkânım olacak.

Açıkçası son olarak birkaç yıl önce incelemesi de şahsım tarafından yazılmış olan Erzurum denilen yarım kalmış ve yıllar geçtikçe geliştiricinin oyunu bitmiş bir ürün haline getirmeyi kendine vazife olarak görmediği şeyi tecrübe ettikten sonra artık yapılacak tek şeyin bir daha büyük firmalar geliştirmediği sürece Türk oyunu oynamamak olduğundan yanaydım (Erzurum incelemesine bu bağlantıdan erişebilirsiniz.). Bunun en büyük sebebi ise aslında saydığım oyun özelliklerinin yanı sıra milli ve dini değerleri elinden geldiği kadar sömürerek sanki oyun iyi bir yapımmış da insanlar Türk yapımı olduğu için gömmeye çalışıyormuş gibi bir algı yaratmaya çalışılmasıydı.

Tüm bunlara karşın Ryse: Son of Rome’un yıllardır Steam kütüphanemde durduğun habersizdim. Bunu fark ettiğim sıralarda da kombat ağırlıklı oyunlara açlık duyuyordum. Bu sebeple hiç vakit kaybetmeden oyunu indirdim ve deneyimlemeye başladım. Oyuna başlamadan önce diğer insanların ve Türk oyun basınının neler dediğini merak ediyorum. Araştırdığımda ise pek iç açıcı bir görüntü ile karşılaşmadım. Herkes oyunu yerden yere vuruyordu. Bazıları oyunun sadece bir teknoloji demosundan ibaret olduğunu söylerken, bazıları ise bunun bir dolandırıcılık türü olduğunu iddia ediyorlardı. Fakat karşımda insanların uzun uzun gömdüğü vasat yapımın aksine; beni birçok açıdan mest edecek bir oyun bekliyordu.

2014 yılında, yani dönemin yeni nesil konsolları olan PlayStation 4 ve Xbox One ile birlikte çıkış yapan Ryse: Son of Rome, eleştirmenlerin negatif anlamda eleştirilerin odağı olmuştu. Oyunu gömmeyenler ise kendisini “çok iyi olabilecek özelliklere sahipken harcanmış olan oyun” olarak adlandırıyordu. Fakat oyunu yüzde yüz bitirmiş olan benim için ise durum hiç de böyle değil. Yaptığı şeyleri hala başaramamış birçok yeni nesil oyun var ve bu oyunların bir kısmı yaptıkları ile gerçekten saygı duyulası oyunlar. Gelin bakalım bana göre neymiş bu oyunu bu kadar iyi yapan özellikler.

Teknik Özellikler

Öncelikle teknik kısımlar üzerinden ilerlemek gerekirse;

Oyunun seslendirmesi son derece iyi. Her karakter ne hissettiğini gözünüzü kapatsanız bile çok iyi veriyor. Oyunculuklar muazzam. Gerçekten her karakterin mimikleri, animasyonları vs. için çok uğraşıldığı belli oluyor. Tüm karakterler oyun boyu an be an hissettiklerini bahsettiğim bu özellik sayesinde dibine kadar veriyor. Bu durum da oyuncunun atmosferi daha rahat benimsemesine ve olay örgüsü içerisinde kendisinin ne derece ciddi bir durumda olduğuna ikna olmasını sağlıyor. Müzikler oyunun temasına uygun, özgün müziklere sahip ve gerektiği yerde girerek size bulunduğunuz konumun duygusunu vermeyi başarıyor. Hani oyun dışında pek kendini dinlettirebilecek müzikler değil (musiki açısından tamamen epik ezgiler tercih edildiği için olsa gerek) fakat oyun içerisinde oldukça başarılılar.

Oyunda belli başlı haritalar mevcut. Ben kendi deneyimim esnasında bu haritaların tamamını dolaştım. Neredeyse girmediğim delik kalmadı ve teknik anlamda hiçbir problemle karşılaşmadım. Oynadığım saatler içerisinde oyun, film gibi akıp gitti. Herhangi bir bug, glich, oyun hatası veya optimizasyon problemi söz konusu bile olmadı. Dolayısıyla oyunun hiçbir bölgesinde saniye başına düşen kare hızında problem yaşamadan sorunsuz bir şekilde bitirmiş oldum. Ve bu gerçekten şaşırtıcı. Çünkü istisnalar olsa da video oyun sektörünün dev havuzunda bulunan oyunların neredeyse tamamı oyun içi teknik hatalara sahiptir.

Oyun, geliştiriciler tarafından ne kadar üzerine vakit harcanırsa harcansın bir yerlerden devamlı küçük hatalar çıkması çok normal bir durumdur. Sonuçta firmaların büyük çoğunluğu kendi yılının standartları çerçevesinde en iyi görünen oyunu yapmak için emek harcıyorlar ve bu gerçekten zor bir iş. Bunun sonucunda da oyunun hatasız ve düzgün çalışması için uzun saatler harcamaları yani oyunlarını tabiri caizse zapt etmeleri gerekiyor. Ancak bu oyunların neredeyse tamamında bahsettiğim küçük buglar varlığını sürdürmekte. Buna ilaveten Crytek, sanki bir kraliyet terzisi edası ile bitmiş ürününü sıfır hataya sahip şekilde piyasaya sunmuş. Bu duruma bu kadar şaşırmanın sebebi de bizi oyunun en can alıcı noktasına getiriyor. GRAFİKLER.

Bu oyunun grafikleri o kadar iyi ki kelimelerle tarif etmek mümkün değil. Asla text bazlı şekilde anlatılmaz, anlatılamaz. Fakat yine de bahsetmeyi deneyelim. Grafikler o kadar gerçekçi ki ana karakterin zırhının üzerindeki en küçük savaş çiziğine kadar görebiliyorsunuz. Zırhın parlaması, tüm yapay zekâ unsuru karakterlerinin göz bebeklerinin bile çok gerçekçi durması, karakterlerin savaş esnasında veya hararetli bir sohbet esnasında akan ter damlaları bile grafikler üzerine ne denli uğraşıldığını gözler önüne seriyor. Üstelik bu kadar yüksek kalite grafiklerin yani 2024 senesinde sektörün bazı öncü firmalarının bile hala ulaşamadığı bu grafik kalitesinin Crytek tarafından 2014 yılında aşılmış olması harikulade bir iş. Oyunun bu özelliği için gerçekten olağanüstü bir emek verildiği ve geliştirilme zamanının hatırı sayılır bir kısmının burada geçirildiği aşikâr. Oyun boyunca gördüğünüz, duyduğunuz her şey (burada diyaloglardan değil seslendirme ve çevre sesi, müzik vb. kalitesinden bahsediyorum) sanki Stanley Kubrick tarafından yönetilmiş bir sanat filmi havasında.

Atmosfer ve çevre detaylarına da değinmeden grafik kısmını geçmek olmaz. Bölümler halinde ilerlediğimiz oyunda her bölüm içerisinde Roma’nın farklı yerlerinde gerek dönemin Roma imparatorunun sarayı olsun, gerek ormanlar, gerekse Roma pazarında ve şehir merkezinde bir sürü sekansa giriyoruz. Ve bu sekansların tamamında kendimizi gerçek anlamda bir Roma Lejyoner’i gibi hissediyoruz. Çünkü bunun için gereken tüm detayları Crytek çalışanları sağlamayı başarmışlar. Çevrenizde gördüğünüz her şey oraya ait olduğunu hissettiriyor. Çevre detayları muazzam.

Milattan sonra 1. Yüzyılda Roma döneminde geçen bir oyunda su kemeri, kolezyum gibi aradığınız tüm çevre elementleri mevcut. Aynı zamanda bu yapılar oyuna doğallık katan renk paletiyle bütünleşmiş bir biçimde bulunmaktadır. Bu nedenle oyuncu oyunu oynadığı esnada aklına “buraya da boş kalmasın diye su kemeri koymuşlar.” tarzı cümleler değil de “şu anda medeniyetimiz için önemli olan bu yapıyı barbar Britanyalılardan korumalıyım.” şeklinde düşünmesini sağlamaktadır. Küçük bir eklenti olarak da oyunun lineer bir hatta ilerleyen bölüm bölüm hikâye parçalarıyla oyuncuya derdini açıkladığı bir sisteme sahip olduğundan bahsetmiştim. Bu sistem bana kalırsa günümüzde açlığı çekilen bir oyun türü ve daha fazla böyle oyun görmemiz gerekiyor.

Çünkü sektörün doğuşundan beri başı sonu belli olan, 8 – 10 saat içerisinde tüm hikayesini ve bahsetmek istediği duygularından, mekaniklerinden bahseden oyunlar asıl “oyun” olarak adlandırılan yapımlardı. Fakat artık her oyun sanki çok kıymetli hikayelere, karakterlere veya daha önce hiç denenmemiş şeylermişçesine yüzlerce saat vakit ayırmanızı istemekte. Buna karşın Ryse: Son of Rome daha başlarken size 8 bölümden oluştuğunu gösteriyor ve her bölümün yaklaşık 1 saatte bittiğini anlayınca da oyunun en azından kötü olacaksa bile bir işkenceye dönüşmeden biteceğini biliyorsunuz.

Son olarak teknik özelliklerde değinmek istediğim detay ise beni ve tüm Türk oyuncuları ilgilendiriyor. Sevgili oyun severler, yapımcılar tabii ki alman menşeili bir şirkette çalışıyorlar oyunlarını istedikleri dilde çıkarmakta özgürler fakat Crytek şirketinin kurucusu olan 3 kişi de Türk ve gayet röportajlarını Türkçe veriyorlar. Fakat neden olduğunu anlayamadığım bir biçimde oyunda Türkçe yok. Triple A kalitesinde yani üzerine milyonlarca dolar para harcanarak yapılmış oyunları Türk oyuncular olarak İngilizce oynamaya yıllar içerisinde tabii ki alıştık. Ancak bari aynı toplumdan çıktığımız insanlar oyunlarını, kökenlerinin de bulunduğu Türkçe ile çıkarma zahmetine girselerdi.

Oynanış

Teknik kısımlardan bahsettiğimize göre sıra oynanışta. İşte herkesin oyundan soğuma sebebi olan oynanış kısmı! Açıkçası Türk oyun basınının büyük bir çoğunluğunun aksine benim için pek bir sıkıntısı yok bu kısmın. Öncelikle oyunun yüzde doksan beşinde kılıç düellolarına giriyoruz. Bu düelloların birçoğu bire bir savaşlardan oluşmaktadır. Diğer kısımlarda da devasa mızrak atan bir yay ve eğer istersek opsiyonel olarak herhangi bir alet edevat olmadan kas gücüyle mızrak atabiliyoruz. Mızrak kullanabildiğimiz kısımların pek özgün bir tarafı yok. Sadece nişan alıp fırlatmak üzerine olan sekanslar bütününden ibaret. Hatta çıplak elimizle mızrak atmaya çalışırsak oyun biraz da kanserleşiyor. Karakterin animasyona girmesi sanki oyuncuya olması gerekenden uzun sürmüş gibi geliyor. Zaten büyük ihtimalle bu problemleri yapım firma da fark etmiş olacak ki dediğim gibi opsiyonel olan mızrak sekanslarını kılıçla da deneyim etmenize oyun imkan tanıyor.

Yan elementleri geçip ana oynanış dinamiği olan kılıç düellolarına gelirsek burada işler çok dallanıp budaklanıyor… demek isterdim fakat maalesef kombat çeşitliliği çok düşük. Oyun boyunca yeni bir hareket, kombo veya ekstradan bir animasyon vb. hiçbir şey geliştirilmeye açık değil. Oyunun bu mekaniksel durağanlıkla anlatmaya çalıştığı şey muhtemelen lejyonerlerin zaten en üst seviyede savaşabildiği ve bunun üzerine bir oyun bile yapılmış olsa çıkılamayacağıydı. Bundan dolayı oyunun başından sonuna kadar aynı hareketleri tekrar ve tekrar yapıyorsunuz.

Maalesef tekrar eden tek şey mekanik hareketler değil. Bunun yanında düşman çeşitliliği de çok az ve çeşitlilikle birlikte düşman tipleri de tam olarak aynı. Örneğin oyunun ilk bölümlerinde barbar ordularında bir standart, bir büyük ve bir zayıf bedene sahip düşman çeşidi var. Birçok oyunda birbirinden farklı düşman sayısı az ancak bu dezavantaja sahip oyunlar genelde düşman tiplerinden farklı farklı yaratırlar. Bu sayede oyuncunun hep aynı şeyi yaptığı hissini önlerler. Crytek ise konu hakkında herhangi bir çaba içerisine girmemiş ki eleştirmenlerin büyük çoğunluğu bu durumdan oldukça yakınmakta.

Peki nedir bu devamlı tekrar eden hareketler? Öncelikle oyun boyu elimizde bir kalkan ve bir kılıç var. Farenin sol tuşu ile kılıçlı saldırı sağ tuşu ile kalkanlı saldırı ve orta tuşu ile de saldıran rakibe eğer doğru anda uygulanırsa Perry (rakibin saldırısını önleyip ona karşı saldırı yapmak) yapılıyor. Oyunda can barı ve odak yani oyunun deyimiyle focus barı var. Bu bar her dolduğunda karakterin odak özelliğini aktive edip düşmanlarınıza resmen bir barbar misali dur durak bilmeden kısa süreliğine saldırmaya başlıyoruz. Bu barı doldurmak için de oyunda her düşmana sırayla finisher denilen bitirici hareketi çekmemiz gerekiyor. Bunları Mortal Kombat serisinin ikonik oyun sonu hareket kombosu olan fatality gibi düşünebilirsiniz.

Düşmanın canını bir şekilde olabilecek en düşük seviyeye indirdikten sonra hasmınızın tepesinde kurukafa simgesi beliriyor. Bu simgeyi gördüğümüz anda gerekli tuşa basarsak oyunun içerisinde dört veya beş adet bulunan birbirinden farklı animasyonlardan rastgele biri rastgele seçilerek animasyonun kalkan veya kılıç kullanılan anlarında doğru tuşlara basmanız gereken bir quick time evente atılıyoruz. Eğer tüm tuşlara belirlenen zamanlar içerisinde basarsanız ise bu finisher sonucunda seçimimize göre odak barımız doluyor, can değerimiz artıyor, ekstra tecrübe puanı kazanıyoruz veya saldırı gücümüzü arttırabiliyoruz.

Oyunda birkaç adet bölüm sonu canavarı olarak adlandırabileceğimiz düşman tipi var. Bunlardan uzun uzadıya bahsetmek istemiyorum spoiler da vermemek adına fakat tarihi anlamda çok önemli bir karakterle iki defa bol sinematikli ve pek de zor olmayan savaşlara tanık oluyoruz ve birinci elden deneyim ediyoruz. Bu kapışmaların epikliği ise pek de yerinde değil açıkçası. Hatta sadece o değil son iki bölüm sonu canavarı harici hiçbir büyük savaş epik değil. Evet atmosfer anlamında epikliğin sınırını zorluyor, ancak iş oynanışa geldiği zaman üç defa rakibe karşı saldırı yapıp iki defa normal saldırı yapmaktan öteye geçemiyor bu güzide oyun maalesef.

Bahsetmeyi unuttuğum bir oynanış detayı daha var ki o da yine quick time event olarak sayılabilecek olan ordu yönetme sekansları. Oyunun bazı bölümlerinde karakterimiz ok yağmuruna tutuluyor. Ve tabii ki komutan olduğu için çevresindeki bölüğü kendisinin yönetmesi gerekiyor. Bu sebeple de 300 Spartalı misali tüm askerlerinin kalkanlarını koordineli bir şekilde kullanıp düşmanlarından hasar almadan onların ulaşamayacağı bir bölgeye varıyoruz. Daha sonraysa hepsini kılıçtan geçiriyoruz.

İşte tüm oynanış mekanikleri ayrıntılarıyla bu şekilde.

Hikaye

Diğer tüm yanları bittiğine göre artık oyunun hikâye kısmını da kısaca gözden geçirelim. Hikayesi büyük plot twistlere sahip çok iyi bir senaryoya sahip değil. Çok kötü de değil. Standart bir aksiyon oyunundan nasıl bir hikaye bekliyorsanız tam olarak onu alıyorsunuz. Fakat incelemenin başında bahsettiğim gibi oyunculuklar, grafikler, atmosfer yani kısacası Ryse: son of Rome’un o hikâyeyi sunuş şekli o kadar iyi ki her sahnesi sizi kendine çekmeyi başarıyor. Ana karakterin ismini bile hatırlamıyorum şu an ama o karakterle yaşadığım her an aklımda. Çünkü oyun bana her anı bahsettiğim unsurların en az biriyle önemsetmeyi başardı. Özellikle hikayenin ne olduğunu baş düşmanı vs. gibi ögeleri kimsenin spoiler yememesi için son kısma bıraktım. Eğer senaryoyla ilgili herhangi bir detay görmek istemiyorsanız direkt sonuç bölümüne atlamanızı şiddetle öneririm. Şimdi geriye kalanlarla birlikte hikayenin detaylarına inelim.

Oyunun ana karakteri ve yönettiğimiz tek karakter olan genç Romalı asker Marius Tetus, imparatorluktaki en büyük komutanlar tarafından geleceğin en başarılı Roma kurmayı olarak görülüyordu. Ve bunun üzerine üst düzey komutanlardan eğitim almak için birliğe kabul edilir. Marius, kabul aldığını gördüğünde çok mutlu olur ve bu mutluluğu ailesi ile paylaşmak ister. Eve vardığında ailesinden övgü dolu sözler duyup onlarla kutlama yapacağını düşünürken bunun yerine ailesinin kanlı bedenlerini bulur.

Evine barbar bir grup saldırmıştır ve tüm ailesini katletmiştir. Bu kadar ağır bir kalp yarası alan Marius’un tüm bedeni öfkeyle dolar. Sonrasında ise silahlarını kuşanıp Roma sokaklarında savaşın fitilini ateşler. Roma sokaklarını küçük bir birlikle birlikte temizlemeyi başarır. Bunun ardından babasının sadık dostu olan Vitallion ile birlikte dönemin en acımasız komutanı Boudica’nın toprakları olan Britanya’yı keşfe çıkar. O esnada Vitallion ve ordusu pusuya düşürülür ancak Marius Tetus neden Roma’nın en gözde askeri olduğunu gösterirmişçesine onları kurtarır ve bunun sonucunda Centurion rütbesi ile ödüllendilir.

Marius kahraman bir asker olduğunu tüm Roma’ya gösterdikten sonra imparator tarafından sürekli önemli seferlere gönderilir. Bu seferlerin sonucu hep zafer ile biter. Ama her şey güzel giderken Marius ailesinin katledilmesinin bir tesadüf eseri barbarlar tarafından yapılan bir işgal olmadığını, tam aksine imparatorun siyasi emelleri için yaptırdığı bir propaganda eylemi olduğunu anlar. Bunun üzerine asıl düşmanının sadece Boudica değil, aynı zamanda imparator Nero’nun da ortadan kaldırması gereken bir hedef olduğunu anlar. Öncelikle Boudica’nın hükmüne son vermek için İngiliz ordularıyla savaşır fakat savaş meydanında can verir sevgili Marius. Tanrıça ise bu durumun adil olmadığına karar verir ve ona yeniden yaşama şansı verir. Aksiyonun bir dakika bile durmadığı oyunda Boudica’nın tehdidi son bulduktan sonra baş kahramanımız imparatoru yok etmek için Kolezyum’da en güçlü gladyatörlerle savaşır. Tüm bu olayların sonucunda Nero’ya da kılıcını tattırır.

Son olarak büyük Roma sarayının yıkımı ile birlikte Marius da orada tekrardan can verir. Ancak yeniden canlanmaz çünkü artık ailesinin intikamını almış ve Roma’yı eski huzurlu günlerine döndürmüştür. Artık Roma’nın en büyük efsanesi Marius Tetus’tur. Tüm hikâye bu şekilde ve olması gerektiği gibi epikliğin en üst sınırlarında. Büyük zekâ ışıltıları yok ama zaten bu tarz aksiyon oyunlarından pek farklı senaryo beklentileri olduğunu da sanmıyorum. Oyun, olması gerekeni veren ekstrasını ise aratmayan kısa ve basit kendi içinde tıkırında işleyen bütün bir öyküden oluşmakta.

Sonuç

Aslında düşününce, Ryse: Son of Rome’u bu kadar beğenmemin sebebi belki de benim karşıma doğru zamanda, doğru yerde ve doğru şekilde çıkmış olmasıydı. Oyunu üniversitemin tatil olduğu arada oynayıp bitirdim, yani hem zaman olarak boş vaktim çoktu hem de yer olarak yapacak daha iyi bir işimin olmadığı ve memleketim olan Adana’daydım. İnceleme boyunca kullandığım cümlelerin büyük bir çoğunluğunda sanki oyunu beğenmemişim gibi bir algı oluşmuş olabilir. Ama her ne kadar birçok probleme sahip bir oyun olsa da iyi yaptığı her şeyi en üst seviyede yapmış ve bu sayede beni gayet çekmek istediği duygu durumlarında bırakabilmiş bir yapım oldu.

Fiyatı konusunda konuşmak gerekirse de; Steam platformu Türk Lirası ile satış yaptığı kadim zamanlarda oyunu yaklaşık on liraya satıyordu. Ve bu fiyat dönemi için de mükemmeldi. Şu an ise yeni çıkan oyunların yaklaşık iki bin liraya satıldığı bir dönem içerisindeyiz. Hatta 1998 senesinde çıkmış Half Life bile altı dolar gibi bir fiyat etiketine sahip. Piyasa şu an bu durumdayken Ryse: Son of Rome gibi hala yeni nesil gibi görünen bir oyunun sadece iki dolara yani yaklaşık yetmiş liraya satılması bence türü sevmeyenler için bile denenmesi gerektiğinin bir göstergesi.

84/100

Mahmut Çetin Kömoğ
Mahmut Çetin Kömoğ
YTU öğrencisi, RPG tutkunu, son filmlerine rağmen hâlâ Star Wars hayranı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Advertisment -spot_img

EN ÇOK OKUNANLAR

Mutlaka Bilmeniz Gereken FIFA 21 Kontroller ve Kontrol Ayarları!

FIFA 21'in kontrollerini öğrenmek, zafere giden yolda en önemli faktör olabilir. İşte sizler için oyunun kontrollerine detaylı bir bakış. Her oyunda olduğu gibi oyunun kontrolleri...